Şövalyeler Şehri Rodos

Hiç aklında yokken, yolunun düştüğü adaya aşık olur mu insan? Bir daha bir daha gitmek ister mi? Oluyor işte, Rodos bizim için tam da böyle bir ada.

Simi adasına gitmek isterken yolumuz Rodos’a düşmüştü. Datça’dan kalkan Simi feribotları ekonomik kriz nedeniyle iptal olunca Rodos üzerinden Simi’ye gitmek zorunda kalmıştık. Simi feribotunu bekleyene kadar yaklaşık 6 saatimiz vardı. “Eski Şehir” ve “Yeni Şehir” olmak üzere ikiye ayrılan şehrin eski bölümünü gezmeye karar verdik.


Ortaçağ’a ait 6 kapıdan oluşan kalenin içine kurulmuş eski Rodos, UNESCO’ un Dünya Kültür Mirası Anıtları listesinde yer alıyor.
1309’da, Rodos Şövalyeleri yönetimine giren şehir, Ortaçağ Avrupa modeline göre yeniden inşa edilmiş. 14. ve 15. yüzyılda Saint Jean Şövalyeleri,  bu şehri genişletip güçlendirerek Ortaçağ Rodos kentini meydana getirmiş. Bu antik kent ikiye bölünmüş. Şövalyelerin kaldıkları bölgeye Collachium deniyor, en önemli binalar buraya inşa edilmiş. Asıl kent ise Burgo, yani yerel halkın yaşadığı bölge. Şövalyelerin inşa ettiği bu kale, 1480’de Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı saldırılarına karşı koyup ayakta kalmayı başarmış. Ancak Rodos, 1522 senesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ordusuna yenik düşmüş ve ada 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu himayesinde kalmış.



Zamanımız kısıtlı olduğu için eski şehirin dışına çıkamamış ve Rodos’un muhteşem plajlarını görme şansımız olmamıştı. Bir Antony Quinn koyu vardı kulaktan dolma bilgilere sahip olup merak ettiğimiz ama vakit olmadığından başka bahara deyip Simi feribotuna binmiştik.
Tam 1 sene sonra yunan adaları gemi turuna çıktığımızda yolumuz Yine Rodos’a düştü. Bu sefer deneyimliydik, adanın büyük olduğunu bildiğimiz için gemiden iner inmez limandan günlüğü 50 Euro’ya bir araba kiraladık. Elimizde ada haritası, işaretlenmiş 3 plaj ve iki vadi vardı gezilecek. Antony Quinn koyu, Lindos, St. Paul Lindos plajlarında yüzecek, Seven Springs ve Kelebekler Vadisini gezecektik. Plajlara olan hayranlığımızı birazdan uzun uzun anlatacağım. Suyun berraklığı, turkuaz rengi, çarşaf gibi oluşu, sıcaklığı ve bakirliği Rodos’a 3. kere gelmemize neden olacaktı. Kelebekler Vadisi ve Seven Springs için aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz maalesef. Türkiye ile kıyasladığımızda çok vasat kaldıklarını ve bakımsız olduklarını söyleyebiliriz. Eğer vaktiniz kısıtlı ise zamanınızı bu iki yere harcamamanızı tavsiye ederiz.

Ve aradan 1 yıl daha geçtikten sonra yanımıza arkadaşlarımızı da alarak bu sefer Rodos’a tatil yapmaya geldik. Bu sefer plajlar, tavernalar ve eski şehri gezmek için bol bol vaktimiz vardı. Rodos’un tadını çıkarma vakti gelmişti…
4 yetişkin bir de çocuk İstanbul’dan Marmaris’e doğru yola çıktık. Marmaris Rodos feribot biletlerinin fiyatı sabit, ancak doluluk ihtimaline karşı biz biletlerimizi önceden almıştık. Marmaris’ten Rodos feribotuna bindik ve 1 saat sonra Rodos’taydık.  Gitmeden yaklaşık 3 hafta önce araç kiralama işini hallettik ve limandan arabamızı teslim aldık. Biz konaklama için eski şehir merkezini tercih ettik. Sabahları kale içinde kahvaltımızı ediyor, gezilecek yerleri geziyor ve günün geri kalanını da plajda geçiriyorduk. Ünlü restoranların ve gece kulüplerinin çoğu kale içinde olduğu için alkol aldıktan sonra pansiyona dönüş sorun olmuyor. Kale içinde konaklamak istiyorsanız pansiyonda kalmayı göze almanız gerek. Biz Eleni’s Room’da kaldık, çok merkezi ve temizdi. Lüks oteller adanın kuzeyinde yer alıyor, ancak uyarmakta fayda var, adanın kuzeyinde deniz dalgalı ve vasat. Esas güzel plajlar ve turkuaz rengi su adanın güneyinde.

İlk durağımız şehir merkezine 6 km. uzaklıktaki Kalithea. Kalithea Koyu’nda kaplıcaların bulunduğu İtalyan dönemine ait binalar ve tropikal bitkiler yer alıyor. Biz Temmuz ayında gittiğimiz için kaplıca suyundan faydalanamadık. Kişi başı 5 euro ödemek istemiyorsanız ücretsiz plajı da var. Öğlen yemeğimizi tesisin içindeki restoranda yedik. Klüp sandviç, aptapot ve kalamar yanında buz gibi bir birayla iyi gidiyor.

Kalithea’da yaklaşık 3 saat kaldıktan sonra rotamızı Ladiko koyuna doğru Antony Quinn plajına çeviriyoruz. Geçen sene ilk görüşte aşık olup tekrar tekrar gelmek istediğimiz koy. Adanın küçük ve bize göre en güzel koyu burası. Antony Quinn koyuna gelirken yolda farklı farklı koylar mevcut. Genelde tabelalar olmadığı için yanılıp her koyu Antony Quinn sanabilirsiniz. Yol üzerinde çıplaklar kampı tabelalarını görürseniz şaşırmayın. Yolun sonuna kadar devam ederseniz Antony Quinn koyuna varacaksınız. Park yeri bulmakta biraz zorlanabilirsiniz. Koya merdivenlerle iniliyor, yukardan soğuk bir şeyler alıp manzarayı seyrederken içebilirsiniz. Plaja inince şemsiye ve şezlong kiralamak mümkün. Suyun berraklığına inanamayacaksınız, burada yüzmek gerçekten paha biçilemez. Tatil boyunca her gün en az bir saati bu koyda geçiriyoruz.
Anthony Quinn’in başrolünde oynadığı “The Guns of Navorone” filminin sahneleri burada çekilmiş. Biz Zorba filminin de burada çekildiğini sanıyorduk, ama Zorba Girit Adası’nda çekilmiş. İki kült film ile Yunanistan’ı tüm dünyaya duyurduğu için Yunan hükümeti Antony Quinn’e jest yaparak koya onun adını vermiş.

İkinci gün planımızda Rodos’un doğusunda eski bir yerleşim yeri olan Lindos ve St. Paul Lindos var. Lindos, Rodos’un en turistik yerlerinden biri. Osmanlı etkisi Lindos’da da hissediliyor. Daracık sokaklarında denizcilere ait bazı evler hala korunuyor ve gezilebiliyor, bazıları restorana çevrilmiş. Evler küçük ve pencerelerinin yüksekte olması ile dikkat çekiyor. Bu dar ve gölge sokaklarda yazın sıcağını hissetmeden dolaşabilir ve hediyelik eşya alışverişinizi yapabilirsiniz. Ada sokaklarında gezinirken dondurma keyfi yapmayı da ihmal etmeyin
Eski şehir merkezinde ve Lindos’ta sıklıkla siyah ve beyaz çakıl taşlarından oluşan yer döşemelerine rastlıyorsunuz. “Hohlakia” adı verilen yerler dikkat çekici ve yapımı oldukça meşakkatli. Bu gelenek 1911’de başlamış. Birbirine benzeyen şekil ve boyutlardaki taşlar toplanıyor, önce siyah taşlar çimentoyla yapıştırılıyor sonra da beyaz taşlarla istenen model ortaya çıkartılıyor.
Köyün merkezinde, çan kulesi ile Panagias Kilisesi yer alıyor. Köyün en tepesinde ise Lindos Akropolisi var. Akropolis’in zirvesinde de Lindos Athena Tapınağı var.
Lindos’un girişinde ve çıkışında trafik ve otopark sorunu yaşayacağınızı bilerek yola çıkın. Kenti gezdikten sonra Lindos Plajında denize girebilirsiniz. Biz Lindos’ta yüzmek yerine buraya çok yakın olan St. Paul Lindos’ta yüzmeyi tercih ettik. Çünkü manzara ve deniz St. Paul Lindos’ta tek kelimeyle muhteşem! Gittiğimiz her plajda Frappe içmeyi adet edindiğimiz için burada da oldukça şık gözüken küçük ve butik restorona uğruyoruz. Karnımız tok olduğu için burada yemek yemedik ama yemekler inanılmaz güzel ve lezzetli gözüküyordu. Rodos ve hatta gezdiğimiz diğer Yunan adaları da dahil olmak üzere en güzel Frappe’yi burada içtik. Frappe ve Mohito ısrarla tavsiye edilir. 
Koyun içinde bembeyaz küçük bir kilise mevcut. Oldukça küçük olan bu koyun neredeyse 3 tarafı kapalı ve küçük bir boğaz ile denize açılıyor. 
Bütün öğleden sonramızı burada geçirdikten sonra dönüş yolunda bulunan Kolymbia plajına uğruyoruz. Kolymbia plajı ince kumdan oluşan kumsalı balık lokantaları ile ünlü. Hava karardığı için biz denize girmedik. Limanaki Taverna’da akşam yemeğimizi yedik. Greek Salad, deniz mahsullü risotto, kabak ve patlıcan kızartma, ahtapot ızgara ve şarap sosunda kabuklu midye mükemmeldi. Yemekte uzo yerine kırmızı şarap tercih ettik. Lübnan asıllı garson Jimmy, servis, yemekler ve fiyat harikaydı.

Hazır restoran konusuna girmişken kısaca adada ne yenir konusuna da değinelim. Rodos’taki restaurantların genelinde Yunan mutfağının geleneksel tatları ve taze deniz ürünleri mevcut. Şehir merkezinde bulunan Alexis Taverna orijinal menüsüyle ve oldukça taze deniz ürünleri ile tavsiye ediliyor. Biz burada yemek yemedik ama müşteri defterinde Winston Churchill ve Jackie Kennedy gibi ünlü isimler bulunuyor.
Şehir merkezinde yer alan Pızanıas Kyriakos referans üzerine gittiğimiz bir restorandı. Oldukça mütevazi bir görünümü olan restoranın yemekleri enfes. Restoranın sahibi Dimitri, oldukça dost ve güler yüzlü. Mangal başında duran Dimitri ızgarada balıkları kendi pişiriyor. Güneşte kurutulmuş Ahtapot, ızgara kalamar, lakerda, balık çorbası ve greek salad uzo ve yunan müzikleri eşliğinde oldukça iyi gidiyor.
Canlı müzik eşliğinde geleneksel yunan yemekleri yemek isterseniz yine şehir merkezinde yer alan Romeo iyi bir tercih olacaktır. Romeo’nun mönüsü oldukça geniş, deniz ürünleri dışında geleneksel yunan yemeklerini de burada yiyebilirsiniz.
Tamam Restoran bizim gidemediğimiz ama tavsiyelerden dolayı aklımızda kalan yerlerden biri. Diğer yandan şehir merkezindeki yeni çarşıda bulunan Nikos Restaurant ve Antik Restaurant, eski çarşıda bulunan Dinoris Restaurant, yeni limanda bulunan Paragadi Restaurant, sahilde bulunan Mezzes Restaurant ve Faliraki yolu üzerindeki Tsambikos Restaurant tavsiye edilen diğer mekanlar.
Adaya özel yemekleri de biraz anlatalım. Eğer deniz mahsulleri seviyorsanız doğru yerdesiniz. Hem lezzetli hem de bu kadar ucuza deniz mahsulü sanırım başka bir yerde zor bulunur. Güneşte kurutulmuş ahtapot, ızgara balıklar ve deniz mahsullü risottolar enfes. Yunan şiş kebabı Souvlaki, tavuk veya et şiş olarak yanında kendine özgü sosu, domatesi, soğanı ve cacıkla servis ediliyor. Tzatziki, caciki diye okunuyor ve bizim cacığın sulandırılmamış hali. Sanırım süzme yoğurt ile yapılıyor.  Saganaki: Yağda kızartılan Yunanlıların meşhur feta peyniri ile yapılan bir meze. Biraz ağır olduğu için genelde limonla yeniliyor.
Rodos'u bu kadar ballandıra ballandıra anlattıktan sonra ufukta yeni bir tatil gözüktüğünü ve bilet bakmaya başladığımı söylemeye gerek yok sanırım. 
Şimdiden iyi tatiller...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kiril Alfabesi’nin doğduğu yer, Ohrid!

“Gelecek bana ait” diyen bir mucidin hikayesi

Hastalıklarımızın sebebi düşünceler