İçsel Uykudan Kozmik Uyanışa


Uyumak ve uyanmak konusu insanın kendini bilmesi ve kendini hatırlaması, kaderini yaşaması ve tekamül edebilmesi açısından çok önemli. Bu kadar hassas bir konuyu anlatmaya çalışırken hala uykuda olduğumuz gerçeğini bilmek de son derece ironik.
 
"Kendini bil!" antik yunan'da apollon tapınağı'nın girişinde altın harflerle yazılı bir vecizdir. Dünyada insanı, kendisine en yakın dünyayı bilmeye zorlar. Zaten o bilinmeden, ötesinin bilinmesi de pek mümkün değil.
Anadolu'da da tasavvuf felsefesinde buna benzer bir şekilde yunus emre tarafından şu dizeler dile getirilmiş:
“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır”

Kendini bilmek konusunu belli bir mantık çerçevesinde, elimden geldiği kadar yalın bir dille özetlemeye çalışacağım.
Kişinin kendisini tanıması demek, bağımsız ve özgün bir kişiliğe sahip olduğunun farkına varması demek! Ne olduğunu, hayatta ne istediğini, hangi yönde yürümesi gerektiğini bilmek buna bağlı. Kendini tanıma, öncelikle duygu ve düşüncelerinin, istek ve ideallerinin, güçlü ve zayıf yanlarının farkına varmak ve dolayısıyla davranışlarını kontrol edebilmek demek.
Kendini tam olarak tanıyan insan hayatını kendisi yönetebilir. Bu bilinç olmadığında çoğu kez verimsiz bir hayat yaşar. Karışık bir zihinle, dış etkenler tarafından yönetilmeye açık duruma gelir.
Kendini bilme, sadece var olan özelliklerin bilinmesi ve yaşanan süreçlerin farkına varılmasından ibaret bir iş değil. Nihai anlamda varoluşun bir değer olduğunu bilmek ve buna inanmak. Ergün Arıkdal ‘Yaşamın Amacı Kendini Bilmek’ kitabında bu konuyu çok güzel anlatarak uygulamanın önemine dikkat çekiyor:
“Kendimizin egoistçe hareketler yapabilecek, gerektiğinde kendi büyük veya küçük çıkarlarımız için bizden ayrı olan varlıkların tekamüllerine engel olabilecek derecede katılık gösterebileceğimizi bilmemizde fayda var. Insan nefsanidir, bencildir, cahildir ve ne yaptığının farkında değildir. Çünkü insan içgüdüsel bir varlıktır. Insan duygularının esaretinde hareket etmeyi aklının ve vicdanının emrinde hareket etmeye tercih edebilir. işte bunları bilebilmek bunları samimiyetle ortaya koyabilmek nefsaniyetin tefriki demektir.”

Nefsinden ayrılabilmek yani nefsini terk edebilmek insan için her zaman bir sorun olmuştur. Doğu ve batı geleneklerinde, mistik öğretilerde ya da dini kitaplarda nefsi terbiye etmek, nefsin üstesinden gelmek, vicdanın nefsin üstüne geçmesi, en büyük amaçlardan biri...
Kendini nefsinden ayırt eden insanın eşyadan da ayırt edebilmesi gerekir. Burada eşyadan kastımız mobilya, kap, kacak değil. İnsanın kendini eşyadan ayırabilmesi bir şeylere sahip olma arzusundan kendini kurtarabilmesidir. Bunun için insanın, bu arzusunu fark edip bunun üzerine gitmesi, kendini geliştirebilmesi gerekir. Insanın kendini geliştirebilmesi kendinden memnun olmamasıyla başlar. Her yaptığından memnun, her durumda haklı olan, yaşadıklarını ve kendisini sürekli kutsayan insan objektif olamaz ve hiç bir şeyi değiştirmek istemez.
Kendine karşı muhalefeti kesildiği andan itibaren insan yükselişe değil inişe geçer. İnsanın kendisine muhalefet etmesi burada yazıldığı kadar kolay değil. Saatlerce konuşmakla, okumakla yani sadece bilgi yüklenmekle olmuyor. Nefse muhalefet etmek, insanın fiilen tatbikat yapması ve yaşamasıyla olabilir. Yaşanmadığı sürece hiçbir şey sonuca gitmez, uygulama şarttır.

Uyuyan insan kimdir?

Uyuyan insanı, otomatizmada olan, kendi dışındaki tesirlerin etkisi altında yaşayan, iç gözlem yapamayan, objektif duygu halinden uzak olan insan olarak tanımlayabiliriz. Başka bir deyişle uyuyan insan kendini tanımayan, özvarlığından uzak ve benliklerinin etkisi altında yaşayan insandır.

Otomatizmada yaşayan insanlar, kendini bilmeye, öz varlığını hatırlamaya çalışmazlar ve uyumaya devam ederler. Aslında en iyi bildiğimiz ve kolayımıza gelen şey, uyumak. İçinde bulunduğumuz kabuktan çıkmamak, mevcut konforumuzu (hoşumuza gitse de gitmese de) devam ettirmek, öz benliğimiz dışındaki tüm benliklere sahip çıkmak ve bu benliklerin etkisi altında yaşamak.

Uyanmamız gerekiyor mu? Uyanmak için uyumak zorunda mıyız?

İnsan derin bir şekilde uyuduğu ve tamamen düşler içinde bulunduğu sürece uykuda olduğu gerçeği hakkında dahi düşünemez. Uykuda bulunduğunu düşünseydi eğer değişirdi. Bunu biraz açalım.

Çocuklukta gelen her uyanma hareketi önce ailelerimiz, sonra öğretmenlerimiz ve sonrasında da çevremiz tarafından ezber bozduğu için, gelenek göreneklerimize aykırı olduğu için derhal durduruluyor. Bu farkında olarak yapılmış bir hareket değil aslında. Toplum otomatizmalarına uygun olarak çocukları şekillendirme çabası gibi düşünebiliriz. İleride binlerce uyumaya zorlayan alışkanlıklarımız da eklenince uyanmak için pek çok çaba sarf etmemiz ve büyük çapta yardım almamız gerekiyor.

George Gurdjieff, ‘‘Uykumuz, inanılmaz derecede güçlüdür. Genellikle uyanık olduğunu zannedenler de ‘uyanıklık’ bilincinin derin uykusunda yine uyumaktadırlar” der.

İnsan bir duygu varlığı, bütün duyu organlarını kaybetse bile bir algısı var. İnsanın sistematik olarak kendini bilmesi için bilgiyi alıp kendi üzerinde uygulaması lazım. Kendini bilmeyen insan kendi dışındaki tüm tesirlerin altında yaşadığına göre kendi içine, içinden gelen tesirlere dönemiyor. İnsanın tekamül edebilmesi için yaşam amacını hatırlaması ve buna uygun yaşaması gerekiyor. Yani kendini bilmesi, başka bir deyişle uyanması gerekiyor. Bazı kesimler buna aydınlanma da diyor. 



13 yaşında dünya gurusu seçilen Hint asıllı Krishna Murti, kendini bilmek çalışmasını bilinenden kurtulmak olarak anlatıyor. Yani öğrenilen ve ezberlenen her şeyden uzaklaşmak, arınmak…

Sufizmde yaşarken ölmek denen şey de aslında tam olarak bu! Hayattan elini eteğini çekmekten değil, dünyevi tüm otoritelerden yani otomatik kabullerimizden, alışkanlıklarımızdan ve bizi ele geçiren alt benliklerimizden kurtulmak ve öz varlığımızı, gerçek yaşam amacımızı hatırlamaktan bahsediliyor.

İnsan uyanabilir mi?

Uyanmak ya da aydınlanmak yüksek şuur melekelerine başvurmak ve onları kullanmak, kendini hatırlamaktır. Kendi üzerimizdeki dış etkilerden sıyrılmaktır.
Uyanmak bir kereye mahsus olmadığı gibi sadece bu dünyaya ait bir şey de değil! Bu dünyaya her enkarne oluşumuzda, dünya okulundan (dünyayı bir okul gibi düşünürsek eğer) mezun olup farklı bir boyutta yaşamımızı sürdürmeye başladığımızda da sona ermeyecek. Uyanış, yaşamdan yaşama, plandan plana devam edecek…
Gurdjieff’e göre; insan, neden varım sorusunu sormaya başlamadan uyanamaz. Üstat Ergün Arıkdal’da , Evrensel İnsan adlı kitabında uyanmayı şöyle tarif ediyor:
“Bizim anladığımız manada şuur uyanıklığı, sadece bir ayrım yapabilmek, kendini olaylardan tecrit edebilmek değildir. Uyanmak görünenin arkasındakini görmek, görünmeyeni görmek, görülemeyeni idrak etmek gibi bir şeydir. Yani bir daire parçasının kenar kısımlarında, çember kısmında bulunurken, esasında merkezde bulunduğunuzun farkında olmaktır. Uyanmaktan kasıt budur.”
Uyanmak kavramını gayet dikkatli bir şekilde ele almalıyız. Bu, rüyadan uyanır gibi uyanmak, uykudan uyanır gibi uyanmak veya sık sık Gurdjieff’in kullandığı şekilde, ipnotik bir halden çıkmak şeklinde bir uyanmak değil.
Ouspensky, İnsanın Gerçeği Kendini Bilmek kitabında; insanın kendi başına uyanamayacağını söylüyor: “Uyanmak için çabalar birleşimi gereklidir. İnsan tek başına hiçbir şey yapamaz. Her şeyden önce yardıma ihtiyacı vardır. Ama yardım, sadece bir tek insana gelemez. Yardım etmeye muktedir olanlar zamanlarına çok değer verirler. Bir tek insandan ziyade uyanmayı isteyen bir grup insana yardım etmeyi tercih ederler.
Ergün Arıkdal da bu konuya bir Salı konferansında şöyle değiniyor: “İnsan tek başına tekamül edemez; grup, toplum, millet olarak da uyanmamız gerekir ve bunların hepsinin aynı anda olması zordur.”

Uyanmak için yardıma ihtiyacımız var mı ?

Varlığın uykuda olduğunu anlaması ve uyanabilmesi için sık sık karşısına sınavlar, eprövler çıkar. Fakat uyuyan insan bu eprövlerle neden karşılaştığını anlamak yerine isyan etmeyi tercih eder. Oysa burada yapmamız gereken kendi içimize dönmek ve iç gözlem yapmaktır. Bunu yapamadığımızda aynı eprövlerle farklı zaman, mekan ve insanlar aracılığıyla tekrar tekrar sınanıyoruz.
Uyumakta ısrar eden insanlar yatay tesirlerin etki alanından çıkamadığı için daha fazla maddeye bağımlı hale gelirler. Bu gibi durumlarda şok etkisi yaratan dikey tesirler devreye girer. Bunlar aslında uyanmamız için rehberlerin uzattığı yardım elidir. Aynı zamanda bu tesirler tekamül ettirici özelliğe de sahip.
Hayatı niçin yaşadığımızı ve neden bu hayata geldiğimizi hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor. Çünkü bu yukarıya konsantre olmamızı kolaylaştırır. Bunlara konsantre olmak bizi yüksek tesirlerle birleştirir ve ruhsal yardım almamızı sağlar.
Aslında seçtiğimiz bir kader planın içerisine doğuyoruz. Ancak fizik alemine bedenlendiğimiz andan itibaren bu planı unutuyoruz ve madde dünyasının cazibesine kapılıyoruz. Fizik dünyada madde ile sınandığımız için maddeden kopmadan ama maddenin esiri olmadan yolumuza devam etmemiz gerekiyor. Bu aşamada göstereceğimiz çaba ve gayret ile aldığımız ruhsal yardımlar uyanmamızda önemli etken oluyor.
Uyanmak güç bir iştir, uzun ve meşakkatli bir yolculuk. Uyuyan bir insanı uyandırmak için iyi bir şok gerekebilir. Fakat insan çok derin bir uykuda ise tek bir şok da yeterli olmayacaktır. Uzun süreli şoklar devresi gerekebilir. Ani kayıplar, maddi ve manevi zararlar, büyük kazalar gibi insanda şok etkisi yaratan olayların ardından insanlar hayatı ve hayata geliş amaçlarını sorgulamaya başlarlar.


Eğer yardım alıyorsak ve uyanmamız için sürekli başımıza bir şeyler geliyorsa kader planımıza müdahale mi ediliyor diyebilirsiniz. Varlığın yeryüzündeki tekamülünde onun hayatına dışarıdan müdahale edilmez. Hayat amacı ona bildirilmez, varlığın harcayacağı emek ve çabanın önüne geçilmez. Yolunda ilerlerken önüne çıkan eprövler, varlığı uyanık tutmak ve amacından uzaklaştığında onu uyandırmak içindir, yani kader planının içinde tutmak içindir.
Bir de doğal afetler, savaşlar veya büyük ekonomik krizler gibi toplumları uyandırmak için gönderilen dikey tesirler var. Bu tesirlere örnek olarak 99 depremini gösterebiliriz. Değerlerinden ve sahip olduğu birlik duygusundan uzaklaşmış, ayrışmış, dejenere olmuş bir millete gönderilen çok büyük bir şok tesirdir 99 depremi. Anadolu insanı, 17 Ağustos gecesi bu şokla uyandırılmak istendi. Sevgi, şevkat ve yardımlaşma duyguları, birlik bilinci uyanmış ve faal hale geçti. Büyük yardım birlikleri kuruldu, deprem bölgelerine maddi ve manevi yardımlar ulaştırıldı. Bu aslında çok güzel ve etkileyici bir örnek bir milletin uyandırılışına...

Uyanmamız için gönderilen eprövler büyüdükçe uyanışımız da daha sancılı ve ızdıraplı bir hale geliyor. İnsan, illa acı çekerek mi uyanır? Çaba göstermeden, ızdırap çekmeden uyanmak mümkün mü?
Hayatı maddi ve manevi her iki kolda yürütmeye çalışmak ve her iki kolda da müşahade ve tatbikat yapmak gerekir. Bunu kolaylaştıran en esaslı çalışmalardan bir tanesi insanın bazı şeyleri tefrik etmesidir.
Tefrik etmek kendini bedeninden ayrı görebilmektir. Burada bahsettiğimiz şey astral seyahat ya da dedublüman olayı değil. Varlığımızın, hayatımızın sadece bedeni tatminlerden, isteklerden ibaret olmadığını görüp anlamaya çalışmalıyız. Yani bünyemizdeki nefsaniyetin tefrikini yapabilmeliyiz.
Tekamül etmek için kendini bilmek gerekir ve kendini bilmek, şuurlanmak için de çaba gerekir. Çaba göstermeden liyakate erişmek söz konusu bile olamaz. Çabanın amacı aslında şuurlu olmak. Şuursuz insan acı çekerek öğrenir. İnsanın iç dirençleri vardır ve değişime direnç gösterir. Direnenler aslında bizim benliklerimiz. Bunlar menfii, bizi tekamül ettirmeyen, geliştirmeyen hususlar. Hazzı aradığımız için acı ve ızdırap çekiyoruz. “Izdırapsız tekamül olmaz!” lafı şuursuz, kendini bilmeyen insanlar için söylenmiştir. Kendini bilen, şuurlu insan ızdırapsız da tekamül edebilir.

Uyanmanin safhaları var mı?

Aydınlanmış veya uyanmış olma halleri, bir ana hapsolmuş ve o anın içinde meydana gelmiş olan bir kereye mahsus durağan bir durum değil. Uyanmak; niyet etmekle başlayan, çaba, erdem ve irade gerektiren bir yolculuk, bir yolda olma hali.
Uyanmak tedricen yani aşama aşama olur. Kendini bilme çalışması varlığımız yeryüzünde bulunduğu müddetçe son nefesimize kadar sürecek bir çalışma. Kendini bilme çalışmasında attığımız her adım bize yeni bir kapı açacak ve her seferinde bu kapının ardında atacağımız yeni adımlar olduğunu göreceğiz. Bu çalışma; “Başarılı oldum, ben bu işin üstesinden geldim” diyerek diplomamızı alabileceğiniz bir çalışma değil, öncelikle bunu kabul etmemiz gerekir. Her bir uyanış hali gözlerimizin önünden bir perdenin kalkması demek.
Gurdjieef, insan uyanabilir mi sorusunu insanın nasıl uyanamadığını anlatarak cevaplıyor. “Ancak uyanmak için tek bir yol var. O da terk etmeyi göze almaktır. Terk etmeyi göze alırsa, insan uyanabilir” diyor.
Teferruatlardan arınmak, terk etmek ve eş koşmayı bırakmak gerekir. İnsan parasıyla işiyle eviyle ailesiyle soyadıyla mesleğiyle eş koşar. Eş koştuğumuz her şey bizde sahte benler, yeni alt benlikler oluşturur. Bu sahte benlikleri terk ederek, kendimizi bulma, uyanma yoluna girebiliriz. Eş koşma arttığı zaman, objektiflik bittiği zaman esneme biter, uyum azalır. Hayatta en çok sınandığımız yerler, esneme gösteremediğimiz, rijit olduğumuz yerlerdir.
Uyanmak için öncelikle insanın uykuda olduğunu ve otomatik yaşadığını kabul etmesi gerekir. Hazır olmalı ve değişimi başlatmak istemelidir. Bir yumurta dışarıdan gelen bir güçle kırılırsa hayat sona erer, içeriden gelen bir güçle kırılırsa, hayat başlar. Yani muhteşem şeyler içeriden olur.

Tarih boyunca her uygarlık devresinde, her öğretinin ve dinin değişmeyen esası insanın kendini tanımasıdır. insanın uyanması gerektiğine dikkat çeken bazı örnekleri paylaşmak istiyorum.

  • Kur’an-ı Ker’im’de de insanın uyanması gerektiği ayetlerle belirtilmiş. Aşağıdaki ayetlerle birkaç örnek verebiliriz. 
- “Bu dünyada kör olan, öte dünyada’da görmeyecektir” (İSRA SURESİ)
- “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.” (ENFAL SURESİ / 22)
- “Böylelikle mağarada yıllar yılı onlara derin bir uyku verdik.” (KEHF / 11)
  • Ruh, durmadan dolaşarak önce maden, sonra bitkiler, hayvanlar ve sonunda insan olmak üzere değişen cisimler aleminde, yaşama döner durur. Sufizmde son konak Tanrı ile bir olma halidir. Bu hal tanrı olma hali değil birlik planına dahil olma halidir. ‘Nefsini bil ki, Tanrı’yı bilesin’ sözüyle insanın kendini bularak, tanrısallığını ve tanrısal doğasını bulmasından bahsedilir. 
  • “Uyur idik uyardılar” isimli Alevilik ve Bektaşilik araştırmaları kitabında Iren Melikoff insanın kendini bilme çalışmalarına şu sözlerle değinmiş: “Eğer ruh, kemale ve Tanrı’nın bilgisine ulaşılan bu, kendini biliş düzeyine ermeyi başaramazsa, bu dünyadan bilgisiz gidecektir.” 
  • Mısır’daki Luksor tapınağının giriş bölümünde “Beden Tanrı’nın evidir.” İbaresi yer alır. Bu ibare İslâm tasavvufunda “Kalp Allah’ın evidir.” şeklinde karşılığını bulur. 
  • Platon, hocası Sokrat’tan devraldığı “Kendini bil!” uyarısının hayata geçirilmesi için bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi üç erdemin insanda bulunmasının zorunlu olduğunu söyler. Kendini bilmek için marifet sahibi olmak gerekir. 
Kendini bilme çalışmasının Nefsine hakim olma yani ağırlıklardan kurtulma çalışması olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Çok değişik kişiliklere sahip olduğumuzu ve bu kişilikler arasından kendimize ait olan hakiki kişiliğimizi yaratmamız gerektiğini, ne toplumdan ne insanlardan ne de herhangi başka bir şeyden korkmadan, çekinmeden öz kişiliğimizi yaşamamız gerektiğini unutmamalıyız.

İnsan ne zaman uyanmaya başlar?

Öğrenmek ve bilgi sahibi olmak uyanmak için yeterli değil. Bu ancak bir sızıntı meydana getirebilir. Uyanmak için bilginin / öğrenilen şeyin tatbikatını yapmak gerekir. Bilgi uygulandıkça idrake dönüşür ve özümüzde değişim yaratabilir.
Gurdjieff’in insanları 7 kategoriye ayırdığını ve ilk üç kategorideki insanı uyuyan insan olarak tanımladığından bahsetmiştik. Gurdjieff’e göre uyanış 4. kategoride başlar. Dördüncü kategorideki insan, yavaş yavaş vicdanı uyanmış, hayatın mutat (otomatik) akışı yerine sorgulayan, müşahade etmeye başlayan, müşahade kapasitesinde değişim başlayan insandır.
Şuurunda ve bilgisinde değişimler başlayan insan, hayatta otomatik değil, bilgi ile tekamül etmeye başlar. Hedef 4 no’lu insan olmak çünkü manyetik merkezin (öz benliğin) bir insanda ilk tezahür ettiği meleke, vicdan melekesidir. O nedenle uyanma da bu aşamadan sonra başlar.

Uyanma çalışmalarında izlenen yol nedir? 

Sandığımız kişi değil gerçekte olduğumuz kişiyi bulmaya hazır mıyız? Gerçek kişiliğimizle yaşayabilir miyiz? Hissiz, kıskanç ve korkak olmadığımız, incinmediğimiz, gururumuzun okşanmadığı, eş koşmadığımız ve yargılamadığımız öz varlığımızı ortaya çıkartabilir miyiz? Cevabımız evet ise bunun mümkün olduğunu, ancak çok meşakkatli ve zorlu bir yolculuk olduğunun altını çizerek söyleyebilirim.

İnsanın uyanabilmesi için yapması gerekenler:
  • Öncelikle insanın mekanik olduğunu ve otomatik yaşadığını kabul etmesi gerekir. Kendini tanımadığı gerçeğiyle yüzleşmesi gerekir. 
  • Değişmek ve iradesini kullanmaya başlamak istediğine NİYET etmelidir. Niyet, ruhsal iradenin tezahürüdür. 
  • Hedefini belirlemesi gerekir. Ergün, Arıkdal “Kendini bilmek yolunda çalışırken kendinize ulaşılabilir hedefler koyun ve adım adım ilerleyin” diye nasihat eder. 
  • Otomatizmadan çıkması için duygularının onu güdülemesinden kurtulması gerekir. Duygularla, gerçekler farklıdır. İnsanın duygularını yönetmesi ve aklını eğitmesi gerek. Duygulu olmalı ama duygusal olmamalı! Yani olayla olay olmayı bırakması gerekir. 
  • Düşünce akışını kontrol etmesi gerekir. İnsanın otomatik imajinasyon yani iç konuşma anlarını fark etmesi ve menfi duygularını başka yöne sevk etmesi gerekir. Aklına olumsuz bir düşünce geldiği anda bu düşünceyi silip yerine başka olumlu bir şey düşünerek olumsuz düşüncenin onu ele geçirmesini, etkilemesini önlemesi gerekir. Yani tahhayülden tasavvura geçmek gerekir. Tahayyül; kotrolsüz çağrışımlar ve düşüncelerdir, tasavvur ise ihtiyaç ve isteklerimiz doğrultusunda kontrollü olarak hayal etmektir. İnsanın kendi düşünce akışına müdahale edebilmesi için yapılacak uygulama DUR uygulamasıdır. Yani iç gözlem ve kendini hatırlamadır. 
  • Manyetik merkezlerin dengeli hale getirilmesi üzerine çalışılabilir. Bunun için öncelikle iç gözlemler vasıtasıyla hangilerinin ne ağırlıkta çalıştığını anlamak gerekir. 
  • Alt benliklerden kurtulmak gerekir. Bunun için insanın korkularını fark edip, üzerine gitmesi gerekir. Çünkü korkularınla yüzleşemezsen benliklerinden sıyrılamazsın! Benliklerinden sıyrılamamış insanın gerçek vicdan melekesine ulaşması zordur. 
  • İnsanlar birtakım duygulara, bazı eşyalara, bazı insanlara, bazı düşüncelere, dine ve inançlara bağımlıdır. Bunlarla eşkoşarlar, eş koşmalardan ve her türlü bağımlılıktan kurtulmak gerekir. Eş koşmanın insan üzerindeki en belirgin göstergesi ise toleranssızlık ya da düşük tolerans halidir. 
  • Eprövlerini gözlemleyip, neden başına geldiğini anlaması gerekir. “Neden benim başıma geldi” demek yerine, “Buradan benim almam gereken mesaj ne? Ne yapmalıyım? Nasıl davranmalıyım?” sorusunu insan sürekli kendine sormalıdır. 
  • Gözlemlerini ve deneyimlerini bu yolda beraber ilerlediği kişilerle paylaşması ve tesir alış verişi yapması kendini bilme çalışmasında çok faydalıdır. 
  • Ben demeyi durdurmaya çalışması ve en çok nerelerde kullandığını fark etmesi gerekir. Gün içinde kaç kere ben diyor, en çok ben dediği yerler nereleri ve ben demeden durabiliyor mu? İnsanın kendini bu konuda gözlemlemesi gerekir. 
  • Gurdjief uyanma ve dolayısı ile kendini bilme çalışmaları için şu yöntemi belirlemiştir; “Sevmediğini sev - yapmadığını, yap!” Böylece otomatik yaşamdan çık diyor. Bu yöntemle ego ve benliklerinin üzerindeki etki ve tesiri gözlemleyip kendindeki değişim ve dirençleri görebilir. 
  • Niyet, irade ve çaba, bir arada olmalıdır. Tek başına hiçbir işe yaramazlar. Sabır, iman ve gayretle isteyen herkes kendini değiştirebilir. 
Ergün Arıkdal’ın güzel bir nasihatına daha değinmek istiyorum. Kendini bilme çalışmasında insanların düştüğü en büyük tuzaklardan birinin bilgi ile eş koşma olduğunu söyler ve yolda olun ama yolun oyuncağı olmayın der üstat.

İnsan tekrar uyur mu?

İnsan tekrar uyuyabilir. Çünkü kendini bilmek çalışması ömür boyu sürer ve kişi çalışmalarına, iç gözlemlerine devam etmezse geriye düşebilir.
Gurdjieff, insanın tekrar uyumasını çalar saat örneğiyle çok güzel açıklıyor. “Mekanik bir yöntem olarak insan çalar saatle uyandırılabilir. Her uyuduğunda çalar saat etkisiyle yeniden uyanacaktır. Ama bu da kendi içinde tekrar eden otomatik döngüye dönüşecektir. İnsan bütün çalar saatlere alışır ve belli bir süre sonra onlarla daha iyi bir biçimde uyur. Yani insan bir uyku halinden uyanırken yeni bir otomatizmaya dahil olur ve yeniden uyumaya başlar. Bunun için de yeni çalar saatler icat edilmelidir.” der.

Uyanmayan insan da tekamül eder mi?

Bir insanın gerçek kaderinin başlaması ancak ve ancak uyanması ile mümkün. Aksi takdirde uyuyan insan kaderini yaşayamaz. Kader bir seçimler planıdır. Dünyaya bedenlenmeden önce bize tanınan opsiyonlar çerçevesinde kendimiz kader planımızı seçeriz. Bu seçim önceki enkarnasyonlarımıza bağlı olarak ihtiyaçlarımız doğrultusunda yapılır. Uyuyan insan ihtiyaçlarını bilemez. Bizim farkında olmadan ihtiyaçlarımız doğrultusunda yardım alarak yaptığımız seçimler kazadır. Uyurken kaderimizi değil kazayı yaşarız. Kaza da kader planı sayılıyor uyuyan insan için.
Kaderimizi yaşıyorsak eğer seçimlerimizin tekâmülümüze hizmet etmesi ve bizi geliştirmesi gerekir. Hala teferruatla uğraşıyorsak, başımıza gelenler kader değil kazadır.
İnsanın kendi iradesinin önündeki en büyük engel yine kendisidir. Kendini bilmeyen insan otomatik yaşar, kendi dışındaki tüm tesirlerin altında yaşar, demiştik daha önce… Bu durumda tekamülü son derece yavaşlar ve otomatik tekamül eder. Yani ruhsal rehberleri tarafından tekamül ettirilir. Çünkü her varlığın bir vazifesi vardır ve bunu gerçekleştirmesi gerekir.
Herkes ihtiyaçları doğrultusunda tekamül eder. Herkes içinde bulunduğu ‘realite’ ve kendi kabı nispetinde aşama kaydeder…
Hayatta en büyük sorumluluk kendini bilmektir. Dr. Bedri Ruhselman da bu konuyla ilgili şöyle söylemiştir: “Faaliyet tekâmülün mayasıdır”. Yani bu demek oluyor ki düşünce yok olmadığı, kalıcı olduğu için kendi üzerimizde yaptığımız çalışmalar da kalıcıdır. Burada istediğimiz nispette olmasa bile başka enkarnasyonlarda hem kendimize hem de beraber enkarne olmayı seçtiğimiz diğer varlıklara faydalı olacaktır.

Kendini bilme öğretisinde bizlere ışık tutan enstitü hocamız Tarık Arıkdal’ın bizi çok etkileyen bir cümlesini paylaşarak konuyu tamamlamak istiyorum: “Herkese kaderini yaşamak nasip olmaz. Kaderimizi yaşamak istiyorsak, uyanmak için niyet etmeli ve çaba göstermeliyiz.”

Aslı Aydoğdu

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kiril Alfabesi’nin doğduğu yer, Ohrid!

“Gelecek bana ait” diyen bir mucidin hikayesi

Hastalıklarımızın sebebi düşünceler